#Homo Ludens
Explore tagged Tumblr posts
huayno · 1 year ago
Text
The player who trespasses against the rules or ignores them is a “spoil-sport”. The spoil-sport is not the same as the false player, the cheat; for the latter pretends to be playing the game and, on the face of it, still acknowledges the magic circle. It is curious to note how much more lenient society is to the cheat than to the spoil-sport. This is because the spoil-sport shatters the play-world itself. By withdrawing from the game he reveals the relativity and fragility of the play-world in which he had temporarily shut himself with others. He robs play of its illusion—a pregnant word which means literally “in-play” (from inlusio, illudere or inludere). Therefore he must be cast out, for he threatens the existence of the play-community.
Homo Ludens: A Study of the Play-Element in Culture, Johan Huizinga
143 notes · View notes
plpe01 · 1 year ago
Text
Tumblr media
Death Stranding Concept Art
7 notes · View notes
platonicallyinlove · 1 year ago
Text
Tumblr media
homo ludens.
5 notes · View notes
codswallopia · 1 year ago
Text
Tumblr media
276 days until submission
Golden rays of sunlight = I get to skip vitamin D supplementation today.
I betrayed my secret to making pizza dough exquisite (mix tipo 00 flour with wholewheat 9:1) which provoked an unexpected reaction ('so that's why your pizza always tastes like B R E A D')
Also, it's NYE today but I feel to old to stay awake 'til midnight.
3 notes · View notes
belkidebirharfimben · 10 months ago
Text
Şu bendeki homo ludenslik homo sapiensliği döver
Tumblr media
Anlamda bir sihir var. Nesnelere yüklediğimiz mana onlardan nasıl etkileneceğimizi de şekillendiriyor. Sözgelimi: Dostumun enseme attığı tokatla düşmanımın attığı bir değil. Tamam. Fiil düzeyinde ikisi de aynı. (Tokat nihayetinde tokat yani.) Fakat içimde nasıl bir dalga oluşturacaklarını yine 'anlam' belirliyor. Sevdiğimin tokadını iltifat olarak görebilirim. En sıkkın anında canımın gülümseyebilirim. Düşmanımın attığınaysa böyle bakamam. Olumlayamam. Müsbete yoramam. Dolayısıyla enfüsümdeki yansıması başkadır. Birisi yaralarımdan kurtarır. Ötekisi yaralar. İzleri hep kalır. Karşılığını versem bile zararını uzaklaştıramam. "Nasıl yapar!" itirazı yeşerip durur hatırımda. "Nasıl yapar!" Çünkü yapılamazlığını kesin bir anlam olarak belirlemişimdir. "O adam bana bu tokadı atamaz." Lakin sevdiceğim kulağımı dahi çekebilir. Tıpkı rahmetli babamın defaatle yaptığı gibi... Her hatırlayışımda gülümserim onunla. Özlerim. Acısını dahi özleriz sevdiklerimizin. Çünkü sevdiklerimizdir.
İbrahim sûresinde, kısacık bir mealiyle, şöyle buyruluyor: "Görmedin mi, Allah güzel sözü güzel bir ağaca benzetti ki, kökü sabit, dallarıysa semâdadır. O ağaç, Rabbinin izniyle, her an meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye insanlara Allah böyle misaller veriyor. Kötü sözün haliyse, toprağın üstünden sökülmüş kötü bir ağaca benzer ki, kökü de yoktur..." Müfessirlerimiz, ayette geçen 'tayyib kelime/güzel söz' ifadesinin tevhide, 'habis kelime/kötü söz' ifadesininse şirke dair olduğunu haber veriyorlar. Hakikaten imanımızı hayatta aynen böyle buluyoruz. İman, elhamdülillah, durduğu yerde durmuyor. İnsan toprağına atıldığı anda bütün algılarını etkileyecek şekilde yeşeriyor, dallanıyor, meyveleniyor. Allah'ı nasıl bildiğimizle dünyamız da değişiyor, güzelleşiyor. Herşeyi Rahman'ın yarattığına imanlılar, Yunus Emre Hazretleri gibi "Kahrın da hoş, lütfun da hoş..." diyebiliyorlar. Veya İbrahim Hakkı Hazretleri gibi  "Mevlam görelim neyler, neylerse güzel eyler..." söyleyebiliyorlar. Çünkü Onu tanıyınca sevmemek asla mümkün olmuyor. O sevgi de her yaşattığını 'sevgilinin iltifatına' dönüştürüyor. Lezzetlendiriyor.
Mürşidim de bu sadedde diyor: "Kat'iyen bil ki, hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır. Ve insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamı, iman-ı billâh içindeki marifetullahtır. Cin ve insin en parlak saadeti ve en tatlı nimeti, o marifetullah içindeki muhabbetullahtır. Ve ruh-u beşer için en hâlis sürur ve kalb-i insan için en sâfi sevinç, o muhabbetullah içindeki lezzet-i ruhaniyedir. Evet, bütün hakikî saadet ve hâlis sürur ve şirin nimet ve sâfi lezzet, elbette marifetullah ve muhabbetullahtadır. Onlar onsuz olamaz. Cenâb-ı Hakkı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara, ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. Onu hakikî tanımayan, sevmeyen, nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama mânen ve maddeten müptelâ olur..."
Sanki şu dünyaya 'anlamlar yüklemeye' gelmişiz arkadaşım. Yorumlamaya gelmişiz. Okumaya gelmişiz. Ve Hak Teala, yüklediğimiz anlamlara göre, ahiretimizi yaratacak. Yine mürşidimin ifadesiyle: "Burada meyve yersin, orada 'elhamdülillah' yersin." Bu dünyada elhamdülillah diyenler ahirette o elhamdülillahlarını vücudlanmış görecekler demek ki. Buradaki anlamlarıyla orada yeşerecekler. Evet. Cehennem ehli cehenneme layık adem/yokluk anlamları yüklemekte dünyaya. Cennet ehli de cennete yaraşır vücud/varlık anlamları vermektedir yaşadıklarına. Bunlar dünya imtihanımız üzerinden üretilip arşivlenmektedir. Farkındalığımız bir tür kurgu-kayıt hizmeti sunmaktadır. Peki sonrasında ne olacaktır?
Sonra bunlar vücud âlemine tekrar çıkarılacak. Maneviyatlar maddiyata dönüşecek. İlimler hakikate kalbolacak. Herkes odununu kendisi götürecek cehennemine. (Allah bizi onlardan olmaktan korusun.) Herkes nurunu elleriyle taşıyacak cennetine. (Allah bize onlardan olmayı nasip eylesin.) Tıpkı Pir Sultan Abdal'ın dediği gibi: "Cehennem dediğin dal-odun yoktur./Herkes ateşini kendin götürür."
İşte, arkadaşım, bu zaviyeden bakıldığında 'dünya hayat' bir 'oyun ve oyalanmaya' dönüşür gerçekten. Çünkü oyunlar böyle oynanır. Onlar bile-isteye kandırmacalardır. Çocuklar 'yalnız oyuncular için geçerli' anlamlar verebilirler nesnelere. Mesela: Bazen, tıpkı yeğenim Salih'in yaptığı gibi, toplar gezegenlere dönüşebilir. Bazen oyuncak ayı küçük kardeş olabilir. Bazense içinde hiçbirşey olmayan tencerelerde yemekler pişirebilirler. Hayalleri hem gerçektir hem değildir. Gerçektir, zira oyuncuları aksine inandıramazsınız. Değildir, zira hakikate v��kıf olanlar için gülünçtür. Sırr-ı imtihan da bizi böylesi bir 'çoklu gerçeklik dünyasına' uğratmıştır. Bin türlü şirk sanrısına bedel tevhidin de billurdan binbir türlü mertebesi vardır. Herkes mertebesince bir gerçeklikle muhatap olur. Herkes makamınca ağırlanır. Çocuklar da, şimdinin hakkını verebilirlerse eğer, büyüdüklerinde arzuladıkları rolleri oynayabilirler.
Johan Huizinga, Homo Ludens (Oyun İnsanı) isimli meşhur eserinde der ki: "Oyunu kabul etmek, ister istemez, ruhu da kabul etmek demektir. Çünkü özü ne olursa olsun, oyun, madde değildir. Hayvanlar âleminde bile oyun fiziksel varoluşun sınırlarını aşmaktadır. Dünyanın bütünüyle kör güçler tarafından yönetildiğini savunan bir dünya görüşünün perspektifinden baktığımızda oyun tamamen gereksizdir. Ancak ve ancak ruhun içeriye akışının 'evrenin mutlak determinizmini parçalamasıyla' oyun mümkün, tasavvur edilebilir ve anlaşılabilir olur. Oyunun varlığı evren içindeki konumumuzun mantıküstü doğasını sürekli doğrular. Hayvanlar oyun oynayabildiği için salt mekanik varlıklar olmanın ötesindedirler. Biz de oynuyoruz. Ve oynadığımızın bilincindeyiz. Öyleyse biz de salt akıllı varlıklar olmanın ötesindeyiz. Çünkü oyun irrasyoneldir." Kitabın sonlarına doğruysa şöyle güzel bir pencereye çevirir yüzümüzü: "İnsan zihni oyunun büyülü çemberinden ancak gözlerini yüce varlığa çevirerek kurtulabilir. Mantıksal düşünce pek uzağa gidemez. İnsan zihninin bütün hazinelerine ve tüm o parlak başarılarına baktığımızda şunu görüyoruz: Her ciddi akıl yürütmenin dibinde sorunlu bir tortu kalmaktadır. Yargılarımızın hiçbirinin nihai nitelikte olmadığını içten içe biliyoruz. Yargımızın sendelemeye başladığı bu noktada dünyanın ciddi olduğu hissi de sarsılmaya başlar. 'Herşey gelip geçici...' diyen eskilerin sözünün yerine daha olumlu 'Herşey oyun!' sözü kendini bize dayatır..."
"Dünya hayat bir oyun ve oyalanmadan başka birşey değildir..." buyuran En'am sûresi 'oyunun mahiyeti' üzerine düşünmeye sevkediyor bizleri. Dikkat kesilelim. Hem de çok dikkat. Kur'an-ı Mucizü'l-Beyan seçtiği kelimelerle daha nice sırlara işaret ediyor olabilir. O sırları aydınlatmaksa ancak ameliyat-ı tefekküriye ile mümkündür. Tefekkür de temel anlamları doğru yüklemekle ancak bağışlanan bir yoldur. Daha önce okuyanları okumalıyız ki okuyacaklarımızı da okuyabilelim. Daha önce okuyanları okumadan okuyacaklarımızı okuyamayız. Çünkü okumayı öğrenemeyiz. Bizden evvel okuyanların en büyü��üyse "Oku!" emrine muhatap olmuş Aleyhissalatuvesselamdır. O miraçta dahi gözü şaşmayandır. Gördüğünü karıştırmayandır. Hüda kendini bildirmek lütfûndan bizleri esirgemesin. Âmin. Âmin. Âmin.
0 notes
sororalice · 11 months ago
Text
Needs Must
Poem written 4-27-23
Between what we must
And what we must not
A slender shoot grows
Viridian, tentative, tender
This fragile life
Exists in the in-betweens
In stolen moments
Dusks and dawns
Yet we are forced
Indebted to the future
To not play
To not pretend
Oh Homo Ludens
How can I see you?
Mazed and gaping
I stand in your wake
0 notes
thejaymo · 1 year ago
Text
Worlds Resemble Other Worlds | 2334
Worlds resemble other worlds and we adopt world(view)s when we recognise them. Some worlds we have agency in, others we don’t.  https://www.thejaymo.net/2023/10/20/301-2334-worlds-resemble-other-worlds/
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
seva-khusid · 1 year ago
Text
Tumblr media
0 notes
thevagueambition · 1 year ago
Text
@pilferingapples : Oh I've never heard that term before! Please elaborate if you're up to it? Though I think I get the gist! and YEAH!
The "magic circle" is the space that's create during play/games/etc where rules, as I said, become real because everyone involved agree to act as if they are. The magic circle is maintained by everyone acting according to the rules of the game, e.g. everyone in a game of tag running away from the persuing player, and can be broken when someone acts in a way that runs counter to the rules or to the aesthetics of play -- e.g., in tag, if everyone simply stands there and let themselves be caught, the magic circle is not maintained, and in a board game, if someone flips over the board, they're breaking the magic circle they entered into when they started the game.
The phrase "negotiated play space" is probably what I feel sums it up, at least when using it to describe social situations (eg childhood play, board games, live action roleplaying, tabletop roleplaying, etc). The magic circle maintains the boundaries between the play space and the real world and the magic circle is broken when the real world clashes into the play world. There is also a physically spatial component to it -- the play space, in a physical sense, is deliniated from the 'real world' by e.g. the white lines on a football field and that aids in maintaining the magic circle because during play, those lines take on a special meaning.
Tumblr media
There's a somewhat distinct usage of the term regarding digital games that's a bit different and, imo, not as generally useful.
Regardless, the core of it is about how entering the mindset of a game is also what maintains that game and transports you into a different (metaphorical) "space" with specific rules and aesthetics and how acting counter to those things can "break" the magic circle.
(Interestingly, Homo Ludens in itself was actually very much about how play is present in culture very broadly, so as I understand it, it's entirely in line with the origin of the term to interpret it very broadly. It's also pointed out in Homo Ludens that play predates "civilisation" because animals engage in play -- so like, when animals are play fighting and one accidentially hurts another, imo that could also be seen as "breaking" the magic circle to some extent. But I haven't read all of Homo Ludens so I may be talking out my ass lol)
homo ludens' concept of the magic circle is something I wish had become a more generalised common reference point than it has. it's so broadly useful imo.
childhood play and games aren't the only spaces where rules become real because we all agree to act as if they are, there are a lot of social scenarios where that's the case. it's a useful way to conceptualise safe words as well – a safe word either breaks the magic circle or seeks to preserve it while still exerting real world control over the negotiated play space
7 notes · View notes
dreaminginthedeepsouth · 1 year ago
Text
Tumblr media
Egon Schiele, Mother and Child, 1914
* * * * *
 If a serious statement is defined as one that may be made in terms of waking life, poetry will never rise to the level of seriousness. It lies beyond seriousness, on that more primitive and original level where the child, the animal, the savage, and the seer belong, in the region of dream, enchantment, ecstasy, laughter. To understand poetry we must be capable of donning the child’s soul like a magic cloak and of forsaking man’s wisdom for the child’s. 
Johan Huizinga, Homo Ludens: A Study of the Play-Element in Culture (via astranemus)
6 notes · View notes
magdalenagigova · 2 years ago
Text
“HOMO LUDENS” – скулптури и картини на Ставри Калинов и Венко Мадолев
“HOMO LUDENS” – скулптури и картини на Ставри Калинов и Венко Мадолев Галерия „Милениум“ представя произведенията им в една уникална изложба  25.01.2023 г. – 20.02. 2023 г. “HOMO LUDENS” – скулптури и картини на Ставри Калинов и Венко Мадолев Галерия „Милениум“ и „Арт Клуб Дипломат“ представят изложба “Homo Ludens” с произведения на Ставри Калинов и Венко Мадолев. Експозицията включва 15…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
historicboii · 1 month ago
Text
Okay finally using my degree and giving you some deep analysis, i give you all
THE PACIFIC AS CHAIRS
Part 1
Okay starting with Leckie, i have the Mies chair, basically in Italy in the 70s/80s many design firms were breaking the stablished design norms. in this design they take the principles of geometry of mies van de rohen of to the extreme. Fits Leckies vibe of studious and a bit of a prick.
Tumblr media
Next up we have Runner, he gets the chair for the café museum by Adolf loos, very practical but also beautiful. Simple in its lines but very reliable, i think It fits his persona
Tumblr media
Now Chuckler gets the Panton chair, its confortable, its light, its playful. It was one of the first plastic chairs made by inyection and is a staple of design in general. I think It fits his bright personality
Tumblr media
Now Hoosier, you guys know how much i love hoosier, he gets the Pantower. Panton believed in the homo ludens, basically the freedom of movement of man. The Pantower allowed for a wide range of poses allowing him to sit or sleep or even play with his dog.
Tumblr media
Finally Sid Phillips, im choosing the Grande confort chair by Le corbusier and Charlotte perriand, its supposed to be ergonomic and luxurious. Le corbusier started the modular House, and sid is the first marine we see retourn to that ideal home, so i think it fits .
Tumblr media
20 notes · View notes
sofruiti · 1 year ago
Note
SORRY OP! Stick Adventure doesn't have what's called a Magic Circle where the players buy into the rule set for the express purpose of having fun, therefore it's not a game. Your extremely bad faith example of an RPG is not a valid criticism of DND 5E in the literal sense because you've failed to show that you understand the issues with the source material. YOU LOSE. CONTINUE?
im confused about the dnd 5e hatred. yall arent just ignoring rules that are dumb? ur dm actually follows every single thing in the book for real?
if you have to ignore some of the rules for the game to be good then the game is not good
6K notes · View notes
roxannepolice · 1 year ago
Text
Getting stuff out of my system so maybe I can sleep. So obviously I loved The Giggle and loved the Toymaker, but as a Thoschei shipper I can't express how important it is to me how impersonal the Toymaker was about the whole thing and while my dreams of old men making out have not been realied, the ghost of the Master hanging over the episode really emphasised that. Like, welcome home cheater jokes are great and I was getting lowkey irritated by how both the fans and the writers were making ALL of the Master's actions about the Doctor.
But I was also worried that with a campy game loving villain that would also have a love hate obsession with and resentment for the Doctor, RTD would basically say behold the Master only +++ this obviously had nothing to do with CC giving the Doctor a literal speech about being better than the Master introducing a Dia de los Muertos villain that has soooo much history with the Doctor but is also soooo very powerful and then reiterating that the Master hates themself and only wants to be the Doctor but can't because of essentialism posing as existentialism. nothing whatsoever.
But no. Again, I am a bit tired of the Master being presented mainly as not-Doctor and I do think that if Ten didn't timelock the Tardis, they wouldn't have chosen their pet planet specifically, but compare Saxon's No. This is my turn. Revenge. Best. Served. Hot. to the Toymaker's cold Best of three. Compare the Master drawing pleasure from playing Satan the accuser about humans-turned-toclafane to the Doctor specifically because it's their pet species to the Toymaker being himself attracted to humans because of their nature sth sth Johan Huizinga sth sth homo ludens and play as the foundation of culture sth sth 2001: SO with bone and ball sth sth murder as kickstarter of culture and play as kickstarter of culture. Look at Ten's addendum of If that's what you want to the offer he makes the Master in s3, emphasising that he wants to understand what is it that the latter is after, and at Fourteen's certainty that the Toymaker really is only after games.
Don't get me wrong, I'm far from throwing monogamy at either the Doctor or the Master and they probably both made out with the Toymaker, both individually and menage a trois. But if after literal weeks of holding my breath for an actual cameo I leave the episode fully sated after a gold tooth and laughing sounds and people from outside my Davy Jones' Locker stuck ghost ship notice it too, then I'd say RTD did some really good job hanging the Master's ghost over the story. And that was not just to fan serve. It also made a point about the differences between those relationships.
131 notes · View notes
homregeszet · 21 days ago
Text
🎁0️⃣5️⃣🎄Homo ludens – A játékos ember
Tumblr media
„Az emberi kultúra a játékban, játékként kezdődik és bontakozik ki” (Johan Huizinga)
 A játék SZABAD, a játék nem a „valóságos” élet. A játék érdeknélküli, a kultúra egyik alapja és tényezője. A játék nem csak a gyerekeké. Ezek a holland történész híres gondolatai a játékkal kapcsolatban. És ha a következő képeket megnézzük, ennek szép bizonyítékát láthatjuk. A két fotón egy Tisza-menti faluból érkező csoport néhány tagja látható. Szinte mindannyian felnőttek. Mégis, amikor a látogatás végén a gyerekek kaptak egy-egy gipszdarabot, amelyben egy leselejtezett (egykor valódi lelet) várta, hogy kiszabadítsák… a felnőttek is akartak játszani. Hihetetlen lelkesedéssel, örömmel láttak munkához, közben nevettek és ugyanolyan olyan kíváncsian várták, hogy mit találnak, mint a gyerekek.
Kívánom, hogy most az ünnepek alatt mindenkinek legyen lehetősége megtalálni magában a játékos embert. Mert a játék maga a szabadság.
Molnár Tamara
13 notes · View notes
kitaplardangelen · 5 months ago
Text
Tumblr media
SELAM OLSUN DEVRİMCİ SANATA
SELAM OLSUN GENCO ERKAL’A…
Onun yaşamı, “Bir Delinin Hatıra Defteri” olarak kalsın belleklerimizde. Bir ömür yalana karşı, ikiyüzlülüğe karşı, madrabazlara karşı, insanın insan tarafından sömürülmesine karşı sanatıyla mücadele etti…
Tiyatro sanatın en devrimci kollarından biridir. Sahnenin üç boyutu dışında Genco Erkal gibi sanatçılarla dördüncü boyutunu da kazanır, gerçekliğin tüm ayrıntılarına çoğul bakış açılarıyla ışık tutar… Zaman içinde de kollar salar, geçmişle geleceği buluşturur.
Genco Erkal, hem kendisi için, sözünü ve gözünü budaktan esirgemez bir yurttaş olarak yaşadı, hem bildik bütün dostlar ve unutulmaması gereken yaşanmışlıklar adına bir kez daha söz aldı.
Tiyatrodan sinemaya da uzandı. Kültürün temeli olarak “oynayan yaratık” (Homo Ludens) kavramı onunla kanıtlandı. Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Haldun Taner ve daha nice sanat insanı bir kez de onunla can buldu. Sokrates’ten Galileo’ya, Marks’tan Brecht’e, Keloğlan’a, bilim ve insanlık adına tarihe geçmiş her adı onun oyunlarında, onun filmlerinde çoğaldı, kanatlandı, yeni ufuklara açıldı. “Rosenbergler Ölmemeli” diye haykırdı, “Asiye Nasıl Kurtulur?” ile can alıcı sorunlara ayna tuttu.
“Sivas93”. “Hakkari’de Bir Mevsim”, Keşanlı Ali Destanı”, “Havana Duruşması”, Kafkas Tebeşir Dairesi” unutulabilir mi?
Aldığı ödüller onun sanat tarihi için bir buzdağı parçası olabilir mi, bilinmez.
Oyunlarıyla yaşattıklarına yeni anlam boyutları kattı.
Bu çivisi yerinden çıkmış, her türlü kirli oyunun döndüğü, çoğu kez ikiyüzlülüğün, madrabazlığın hüner sayılıp el üstünde tutulduğu ülkede yargılanmasaydı, çok şaşardık.
Işıklı bir yol bıraktı arkasında, hiç sönmeyecek yıldızların yanında saf tuttu…
Selam olsun devrimci sanata, selam olsun Genco Erkal’a…
01 Ağustos 2024, Alper Akçam
13 notes · View notes